prof. dr.i̇yad kunaybi ,

Türkiye Seçim Sonuçlarına Dair / Prof. Dr. İyad Kunaybi

Kulliyetu Neva Kulliyetu Neva Jun 12, 2023 · 16 dakika okuma süresi kişi tarafından kere görüntülendi.
Türkiye Seçim Sonuçlarına Dair / Prof. Dr. İyad Kunaybi
Paylaş

TÜRKİYE SEÇİM SONUÇLARI 

VEYA

TÜRKİYE SEÇİMLERİNDEN METODOLOJİK DERSLER

Prof. Dr. İyad Kunaybi

Esselamu aleykum ve Rahmetullah,

Bu konuşmanın amacı, farkındalık oluşturmak ve Müslümanların çabalarını yöneltmeleri gereken asıl hedefi netleştirmek, olayların, Müslümanların dünya ve ahiret hayatını bozacak şekilde, demokrasiyi ve “ılımlı” laikliği normalleştirmek için istismar edilmesine karşı uyarıda bulunmaktır. 

Konu oldukça karmaşık. Bu yüzden biraz uzun bir girişle başlayacağım. Fakat asıl konuya girmeden önce karışıklığı çözmek ve ortak bir zemin oluşturmak için bu giriş önemli. Bunun hemfikir olmamızı ve Allah’ın izniyle doğru yola yönelmemizi de kolaylaştıracağını umuyorum.

İzin verirseniz üzerinde hemfikir olduğumuz şeylerden başlayalım:

Birincisi: Biz, mültecileri kovması ve Müslümanların bazı dini vecibelerini uygulama imkanlarını sınırlaması beklenen ittifakın şerrini geri püskürtmesinden dolayı sonuçlardan mutluluk duyuyoruz. Yine bu ittifakın arkasında bulunan Arapların ve Batılıların hayal kırıklığına uğramasına da seviniyoruz.

İkincisi: Her nerede olursa olsun Müslümanların bazı dini vecibelerini uygulayabilecekleri serbest bir ortamın varlığına seviniyoruz. Aynı şekilde zulme uğrayanlar için herhangi bir güvenli sığınağın varlığına da memnun oluyoruz.

Üçüncüsü: Laiklik terimi farklı şekillerde kullanılmaya başlandı:

Söz gelimi, özellikle İslam’a, onun tesettür ve dini eğitim gibi gereklerine karşı mücadele eden ama ahlaksızlığa ve İslam düşmanlarının sözde “özgürlüklerine” izin veren katı bir laiklik var. Bu laiklik türünün dini devletten ayırma, din ve inançları ne olursa olsun vatandaşlar arasında eşitlik iddiası, apaçık bir uydurmadan ibarettir. Bu laikliğin müntesipleri ise bizzat kendileri İslam’ın ahlak ve gerekliliklerine bağlı değillerdir ve uluslararası sistemin ucuz ajanlarıdırlar.

Bir de herkese eşit mesafede durduğunu ve herkesin dininin gereklerini yerine getirmesine izin verdiğini ilan eden eşitlikçi bir laiklik var. Bu laikliğin sahipleri, bizatihi olarak İslami ahlak ve ritüellere bağlı kalsalar da İslam’ı yasama ve hayatın her alanına hâkim tek bir referans olarak benimsememekte kararlıdırlar, bir de yönetimdeki referanslarını devletin laikliğiyle çelişmeyen demokrasi aracılığıyla tanımlarlar. 

Şimdi izin verin, bu konuşmada tartışmayacağımız şeyleri bir tarafa koyalım. Peki, niçin tartışmayacağız? Daha önemli olana odaklanmak için. 

Tartışmayacağımız şeylerin ilki: Cumhurbaşkanı Erdoğan eşitlikçi laikliği benimsiyor ve ondan sapmak istemiyor mu? Yoksa içinden yavaş yavaş laikliğe karşı bir darbe mi yapmayı planlıyor? Bunu şimdi tartışmayacağız. Amacımız Erdoğan’ın şahsını atlayarak, daha önemli olana odaklanmak.

Bu sebeple de “Laikliğin hiçbir şeklinden yana değiliz, Erdoğan’ın da bundan yana olmadığına ve devleti yavaş yavaş İslamlaştırmak istediğine inanıyoruz…” diyene şöyle diyoruz: 

Bize cevap vermeye ve Erdoğan’ı savunmaya gayret göstermenize gerek yok. Çünkü bugünkü konuşmamızdaki ihtilafımız sizinle değil ve bu inancınızın tersini size kanıtlamak gibi bir amacım da yok.

Bir tarafa koyacağımız ve tartışmayacağımız ikinci bir konu da: 

Müslümanların üzerindeki baskıyı hafifletmek için cahiliye sisteminde zaruret kabilinden çalışmanın hükmü.

Yani bir kişi veya partinin, laik bir sistemde, sistemi onaylamadan ve ondan hoşlanmayarak demokratik oyuna girip yönetime katılması. Şeriata aykırı olduğunu ve tek referansı âlemlerin Rabbinin vahyi olan bir sistem dışında hiçbir meşruiyeti bulunmadığını kabul ederek, bununla birlikte Müslümanların yükünü hafifletmek için laik veya demokratik sisteme girmiş ve laikliği veya demokrasiyi -ki bu insanlar için yasa yapmak anlamına gelir- süsleyerek Müslümanların kafasını karıştırmamış, buna çağrıda da bulunmamış, bu sisteme dahil olmayı, ölü eti veya domuz eti yemeye mecbur kalma durumu gibi ele almıştır.

Bu caiz mi? Bu da bu konuşmanın konusu değil. 

Peki, Erdoğan’ın durumu bu anlatılanlarla örtüşüyor mu? Yine bu da bugünün konusu değil.

Üçüncü bir konu: Müslümanların, hükûmette bulunması, dinlerinde ve dünyalarındaki bazı kötülükleri onlardan uzaklaştırıyorsa, laik demokratik sistemde bir kimseyi seçmeleri caiz midir? Bu kimseler aynı zamanda, demokrasiyi ve özellikle İslam’a düşman olan ve eşitlikçi laiklik de olmak üzere laikliğin her türünü reddederek, Rablerinin ahkâmının her yönüyle yaşamlarına hâkim olması için çalışmanın gerekliliğini kabul ediyorlarsa durum nedir?

Durum bu şekilde ise katılmak caiz midir? Yine bu da bu konuşmanın konusu değil. 

Peki, gerçekte olan bu mu? Hayır. Gerçekte olan bu değil. Aksine demokrasi ve laikliğin bazı biçimleriyle bir normalleşme var. Bu da bizi bu konuşmanın konusuna, yani bazılarının kafalarındaki laiklik ve demokrasiye yönelik, onlara dini ve dünyevi zarar veren sorunu ele almaya götürüyor. 

Erdoğan’ın durumu ve içinde sakladıklarına gelince, konumuz bu değil.

Kıymetli kardeşler, bu konunun en tehlikeli yanı, demokrasi ve eşitlikçi laikliği överek ve kabul ederek normalleştirmektir. 

Uzun yıllar boyunca hedef açık ve belliydi: “Allah teâlâ’nın şeriatını hayatın her alanında uygulayan Müslüman devlet…” Sonra şu soru gündeme geldi: Batıl ve geçersiz olmasına rağmen demokrasi, İslam ahkamının uygulanması için meşru bir araç olarak kabul edilebilir mi? Laik bir sistem içinde bu gaye için çalışmak meşru mu?

Sonra bunun mümkün olmadığı anlaşıldı ve şöyle denilmeye başlandı: Biz demokrasi yoluyla şeriatı ikame etme kudretimizin olduğu iddiasında değiliz ama yolsuzluğu elimizden geldiğince azaltıyoruz ve istemeyerek demokratik oyuna giriyoruz. İnsanlara, hükmün Yüce Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın kanununu ikame etmeyen hiçbir sistemi tanımadığımızı hatırlatarak bunu yapıyoruz. 

Bundan sonra artık hedefin kendisi karmakarışık oldu ve eşitlikçi laikliğe ulaşmak, bazılarının sevindiği büyük bir zafer, açık bir fetih ve rol model olarak gördüğü kendi içinde bir hedef hâline geldi. 

Bu karışıklık, el-Cezire (Al Jazeera) ve diğer kanallardaki yazarların yayınladığı ve hatta “davetçiler” ve İslami çalışmalarla anılan kişilerden aktarılan ifadelerde kendini açıkça gösteriyor.

Nitekim bazıları diyor ki, “Gerçekçi olalım, İslam devleti hayalleri gerçekçi değil. Erdoğan’ınki gibi herkesin kendi kanaatlerine göre hareket etmesine izin veren; şiddete başvurmadan, çoğulculuğa ve bir arada yaşanmasına olanak sağlayan bir laiklik istiyoruz.”

Bir diğeri diyor ki, “İslam devleti derken ne istiyorsunuz? Adalet ise, işte Türkiye’de adalet… Eşitlik ise, işte Türkiye’de eşitlik…”

Bunu, İslami sistemin anlamından, içinde barındırdığı adalet ve doğruluk değerlerinden tamamen habersiz olarak söylüyorlar. Yine eşitliğin değil, adalet ve hakkın ancak âlemlerin Rabbinin kanunu ile yerini bulacağından da habersizler.

Ve insanlar, yazarının şöyle söylediği bir makaleyi hararetle yaymaya başladılar:

“Toplumsal düzlemde Erdoğan, Atatürk’ün din karşıtı laikliğini tarafsız laiklikle değiştirdi, böylece devlet dinlere aynı mesafede duruyor.”

Tabii bunu, bu “tarafsız laikliği” övmek ve takdir etmek için söylüyor.

Makale devam ediyor:

“Erdoğan, yönetimde radikal İslam metodunu benimsemedi.”

Âlemlerin Rabbinin şeriatının hâkimiyeti kavramının, nasıl da tüm Müslümanları bağlamayan, aksine sadece “radikal İslam’a” ait bir bakış açısı hâline geldiğine dikkat edin.

Devam ediyor: “Erdoğan, yönetimde radikal İslam metodunu benimsemedi. Ancak tüm tezahürleri ile din karşıtı olan Atatürkçü laikliğin ağırlığı altında İslam’ın maruz kaldığı birçok zulüm ve dışlanma biçimini sona erdirdi.”

Evet bu doğru. Ancak yazı şöyle devam ediyor: “Erdoğan, İslam’ın bir hükûmete ve İslam’ı uygulamaya koyacak yasalara ihtiyacı olmadığını anladı.”

Şimdi, Erdoğan onu anladı mı veya benimsedi mi, benimsemedi mi bir kenara bırakalım. Şu anda önemli olan, yazarın hangi modeli parlattığını görmek:

“Erdoğan, İslam’ın bir hükûmete ve İslam’ı uygulamaya koyacak yasalara değil, ayrımcılık yapmayan ve kendisini dışlamayan âdil bir yönetim sistemine ihtiyacı olduğunu anladı.”

Şu hâlde artık İslami bir sisteme ihtiyaç kalmamıştır ama İslam’a karşı ayrımcılık yapmayan “âdil” bir yönetim sisteminin olması yeterlidir.

Peki, adaletin tanımı nedir? Âlemlerin Rabbinin şeriatının dışlanması adalet midir? Şeriatı tek referans kaynağı olarak görmeden parlamento tarafından hazırlanan insan yapımı kanunları insanlara dayatmak… Bu adalet midir?

Eşitlikçi laikliğin kendilerine aynı mesafede durduğu muharref dinler ve dünyevi ilkeler eğer bu paylaşımı, rekabeti ve beşer ürünü olan bir sisteme boyun eğmeyi kabul ediyorlarsa bile, hak din olan âlemlerin Rabbinin dini bunu kabul etmez. Dünyevi ilkelerle hiçbir zaman bir arada bulunması mümkün olmadığı gibi, aksine hepsini aşar. İslam’a ve başkasına eşit mesafe diye bir şey de yoktur. Aksine, İslam ya hâkim olacak ya da ortadan kaldırılacaktır. Onun tabiatı kendisine boyun eğdirilmesini kabul etmez.

هو الذي أرسل رسوله بالهدى ودين الحق ليظهره على الدين كله ولو كره المشركون 

“Müşriklerin hoşuna gitmese bile, elçisini, bütün [bâtıl] dinlere üstün kılmak üzere hidayet ve hak din ile gönderen O’dur.” (Saf, 9)

Dolayısıyla eşitlikçi laikliğin İslam’ın uygulanmasına izin verdiğini söylemek doğru değildir. Aksine o bazı İslami şiarların uygulanmasına imkân sağlar. Bu da İslam’ın, şeriatın hâkim konumdan çıkarılmasına göz yummasını ve İslam’ı diğer dinler gibi sayma hususunda adaleti gözetmeyi gerektirir ki bu, bir Müslümanın kabul edemeyeceği bir küfürdür. Bir Müslüman bu hakkı beyan ederse ve ona davet ederse de eşitlikçi laiklik bunu suç unsuru sayar.

Kıymetli kardeşler, işte biz buna karşı uyarıyoruz: Eşitlikçi laikliğin izlenecek bir model olması ve İslam’ın kendisini koruyan ve şeriatını ikame eden bir devlete ihtiyacı olmadığı ve Müslümanların tüm dinlere eşit mesafede duran “âdil” bir devlet için çabalaması gerektiği sonucuna ulaşma tehlikesine karşı…

 Şimdi birileri gelip diyecek ki, “Ama kardeşim, Erdoğan, İslam’ın egemenliğini zorunlu tutup, uygulayamaz.”

Konumuz Erdoğan değil… Ben eşitlikçi laikliğin övülmesinden söz ediyorum.

Bir başkası gelip diyecek ki: “Fakat kardeşim, Müslümanların, Hıristiyanların ve Nusayrilerin olduğu bir ülkede İslam’ı uygulamayı nasıl istiyorsunuz? Kendi ‘bakış açınızı’ başkalarına dayatmak âdil değil.”

İşte benim konum bu… Size bu tür bir söz söylemenin, mensubu olduğunuz İslam’ı geçersiz kılacağını açıklamak istiyorum! Çünkü siz İslam’ı bir yönetim sistemi olarak uygun görmüyorsunuz ve başkalarını ondan daha iyi görüyorsunuz.

Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: 

أفحكم الجاهلية يبغون ومن أحسن من الله حكما لقوم يوقنون

Yoksa onlar, câhiliye hükümlerini mi (hayata egemen kılmak) istiyorlar? Hâlbuki, yürekten inanan bir toplum için, Allah’tan daha iyi kim hüküm verebilir?”(Maide, 50)

Yine Allah teâlâ, حتى لا تكون فتنة ويكون الدين كله لله Fitne ortadan kaldırılıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal, 39) buyurarak İslam’ın hâkimiyetini genişletmeyi emretti ve Allah’ın Rasulü allallahu aleyhi ve sellem’in ve ondan sonraki Müslümanların da asırlar boyunca yaptığı budur.

İslami hükûmet sistemi, Müslümanlara ve diğerlerine âdilce muamele edilen bir hak ve adalet sistemidir.

Bu sistemi kuramıyoruz demek başka, kurulmasının âdil olmadığını ve eşitlikçi laikliğin çözüm olduğunu söylemek tamamen başka bir şeydir.

 Tanınmış bir yazar tarafından el-Cezire’de yayınlanan başka bir makaleye gelelim.

Makale, demokrasiye yönelik övgülerle dolu ve içinde yer alan ifadelerden birkaçı şöyle:

“Türkiye’deki parlak demokratik gidişatı tüm dünya heyecan ve ilgiyle izledi.”

“Şimdi, ideolojik aşırılık veya zorlayıcı saikler olmadan, toplumun tüm bileşenlerini barındıran hoşgörülü bir demokrasi inşa etmeye odaklanmalıyız.”

Demek ki herkes ile beraber adaletle İslam’ın hâkimiyeti için çabalamak ideolojik bir aşırılıktır. İnşa edilmesi gereken “hoşgörülü demokrasi”dir!

Yazar diyor ki:

“Nitekim, özgürlük ve demokrasi özlemi çeken Arap halkları, Türkiye’yi hâlâ iyi bir örnek, izlenecek bir model, iç istismar ve dış gasp sonucu şiddetli yıkım ve göç yıllarıyla tükenmiş milyonlarca Arap için yeniden umut veren bir ışık olarak görüyor. 

Türk halkını göz kamaştıran demokrasisi için, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da halkının ve milletinin güveni için tebrik ederiz.”

O halde çabalar sarf edilsin, sözler birleşsin ve enerjiler bu arzu edilen demokratik devlet hedefine odaklansın.

Demokrasi, bunlara göre artık zorluk anında ihtiyaç kadar istenmeden de olsa yenebilecek bir leş ya da domuz eti hükmünde değil. Bilakis artık Allah’ın helal kıldığı temiz yiyecekler gibi övülen ve tercih edilen güzel bir şey hâline gelmiştir! 

Leşi ve domuz etini zorluk durumunda yediğinizde onu övmezsiniz ve tabiatı itibariyle güzel bir şeye de dönüşmez. Üstelik ölmeyecek kadardan daha fazla yemeniz de caiz olmaz.

Bakın Allah ne buyuruyor: فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ

“Ama biri zorda kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmedikçe ve sınırı da aşmadıkça kendisine günah yoktur.” (Bakara, 173) 

Başkasının hakkına tecavüz etmedikçe ve sınırı aşmadıkça! Meşrulaştırmak yok. İhtiyaçtan fazlasını yemek de yok.

Peki, âlemlerin Rabbinin şeriatını yok saymak, insanların heva ve heveslerini bu şeriatın önüne geçirmek daha büyük bir cürüm değil midir? Bu, leş ve domuz yemekten çok daha pis bir şeydir. Bir Müslümanın bunu övmesi ve hayatında bir gaye olarak görmesi mümkün değildir.

Ne zaman Müslümanlar dünyevi sistemlerden umutlarını kesip dünya ve ahiretlerini kurtarmak için Rablerinin rızasını kazanacak bir yol aramaya koyulsalar, bu başarısız sistemleri restore edip tekrar ayağa kaldıran ve Müslümanların gözünde süslü gösteren birileri ortaya çıkıveriyor. Şu an birtakım kişilerin demokrasi için yaptıkları tam olarak budur.

Ben şu an burada kendi kendine tweet atan, kimsenin umursamadığı yazarlar kitlesinden bahsetmiyorum. Daha çok Müslümanların belli kesimlerini etkileyen entelektüel bir yönelimden bahsediyorum.

Demokrasinin batıl olduğunu “Şeriat Müdafaası” isimli video serimizde tafsilatlı bir şekilde anlatmıştık. O, İslam dininden başka bir dindir. Bir Müslümanın bu ikisini bir araya getirmesi ve aynı anda yaşam biçimi olarak bunlardan memnun olması mümkün değildir.

Demokrasi, ilahi yasalarla değil, beşerî yasalarla yönetilmeyi esas görür. Sonra da bu görevi kim üstlenecek diye bir yarış başlatır. Demokrasi oyununun kurallarını kimler çizmişse onun ana kuralını “Hükmü ve yasayı insan koyar, Allah değil.” Şeklinde belirlemişlerdir. Sizin, oyunun bu kuralına itiraz etmeniz ya da karşı çıkmanız asla kabul edilemez. Yarışın ve “kazanmanın” şartı bu kuralı kabul etmektir. Sonrasında nasıl istiyorsanız öyle oynayın. Bu ise, Allah’ın hükmüne tam teslimiyet ve boyun eğme anlamına gelen İslam kelimesine tamamıyla zıttır. 

Allah buyuruyor ki: 

فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم ثم لا يجدوا في أنفسهم حرجا مما قضيت ويسلموا تسليما

“Hayır, Rabbine ant olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)

Bu İslam’ın Elif Bası’dır. Maalesef şu an Türkiye’deki seçimlerin sonuçlarının doğurduğu kargaşa ortamında bu iman kaybolmuş durumda.

Türkiye’de hâkim olan düzen ve yasalar şeriata göre değil. Katı laikliğin şerrini püskürttük diye sevinmeniz, şu anki duruma razı olmak, onu meşru görmek ve örnek alma çağrısında bulunmak anlamına gelmemelidir.

Bir durumun diğerinden daha az zararlı olması, daha az zararlı olanı kabul etmeniz ya da ona teslim olarak onu büyük bir hedef olarak önünüze koymanız anlamına gelmiyor.

Allah’ın şeriatını hükümlerden soyutlamak en büyük kötülüklerdendir. İmanın en zayıf seviyesi, bir kötülüğü kalp ile onaylamamaktır. Eğer bu da kalmaz ise o zaman sizde imandan geriye ne kalmıştır ki?

Tabii ki “şeriat” kelimesi birçok insana göre açık hatları olmayan ya da çarpıtılmış ve değeri küçültülmüş bir kelime. Bu yüzden videonun açıklama kısmına daha önceden “Kalplerimiz Şeriata Teslim Olsun Diye” başlığıyla yayınladığımız videonun linkini koyuyoruz.

İslami düzende insanların kendi yöneticilerini seçmek için söz hakları vardır. Ancak âlemlerin Rabbinin koyduğu bazı şartlar ve kurallara göre bu haklar belirlenir. Ayrıca bu yönetici Allah’ın şeriatını yaşatsın diye seçilir, insanların kendi hevalarını kaynak edinen bir düzeni yaşatsın diye değil.

Eşitlikçi demokrasi ve laikliğe çağıran sesleri duyduğumuz bu zamanda “şeriatı hâkim kılma” hedefinin çocuklarımızı yetiştirirken ya da Allah’ın dinine davet ederken gündemimizden çıkmasının gelecek nesiller için ne kadar tehlikeli olduğunu bir düşünün!

Oy kullanmayı insanlara vacip kılan ve onları bu konuda yüreklendirenlere sormamız gerekir: Demokrasinin batıl olduğuna dair açıklamanız nerede? Eğer bunu şimdi açıklamayacaksanız ne zaman açıklayacaksınız? Demokrasiye karşı tavrınız gerçekten yemek zorunda kaldığınız pis bir leş gibi mi? Yoksa onu güzel bulmaya mı başladınız? Her biriniz bunu kendinize bir sorun.

Uygulamaları her ne olursa olsun demokrasi fikrinin kendisinde barındırdığı fesat bir tarafa, insanların kendisiyle büyülenip kutlamalar yaptığı, ideal örnek saydığı, Müslüman olmayan birine Müslüman mültecileri sınır dışı etmekle tehdit etme izni veren ve dış cenahlara ajanlık yapan birinin aday olmasına müsaade eden bu değersiz demokrasi neyin nesidir? O derece ki eğer %2’lik bir oranla sonuç değişecek olsaydı demokrasinin gereğince başkanınız o olacaktı ve size de başım gözüm üstüne diyerek ona boyun eğmek düşecekti. 

Ey demokrasiye methiyeler düzenler! Bir dahaki sefere İslam’a müntesip olmayan ve İslam’ın şiarlarına düşmanlığı apaçık belli olan biri kazanırsa tavrınız ne olacak? “Sandık sonucunu kabul ediyoruz” mu diyeceksiniz? Yoksa ona arkanızı mı döneceksiniz? Eğer demokrasi oyununa katıldıysanız ve ona övgülerde bulunup insanları sanki doğru ve âdilmiş gibi ona katılmaya davet ettiyseniz hangi hakla ona arkanızı döneceksiniz?

Bir de ileri gelen ünlü isimlerin birinden şunu duyduk: İslamcılar demokratik oyuna sonuna kadar bağlı kalmalı ve sonuçlar istedikleri gibi olmasa da hatta ateist veya Yahudi biri bile başa gelecek olsa ona arkalarını dönmemelidirler. 

İşte demokrasinin normalleştirilmesi bu noktaya kadar ulaştı. 

Bu gülünç demokrasi nasıl bir şey ki içinde “Biz Kılıçdaroğlu’nu seçeceğiz çünkü daha fazla özgürlük istiyoruz, çünkü bira fiyatları çok yükseldi.” Diyebilecek kadar kaybolmuş, hovarda gençler görüyoruz. Bazıları görünüşe göre esrarkeş, konuşuyor ve kahkahalar atıyor. Bu insanlar, demokratik sisteme göre en dindar insanın oyu gibi oy hakkına sahiptirler. Hepsi demokrasinin önünde eşit vatandaşlardır. Zina edenlerin, içki içenlerin, esrarkeşlerin, bağımlıların, eşcinsellerin ve suçluların birisinin oyu, insanların en akıllı, en iyi ve en dindarının oyu ile eşittir.

Yönlendirilmiş medya araçları, din düşmanı olan Araplardan ve diğerlerinden aldığı mali ve siyasi destek ile daha fazla ahlaksız şahıs üretiyor, gençlerin beyinlerini yıkıyor ve onları arzularını gerçekleştirecek kimselere doğru sürüklüyor. 

Değerli kardeşlerim, demokrasi batıl bir araçtır. Bazen kötülüğünün daha az hâle gelmesi, asla onu kabul etmemiz, övmemiz yahut Müslümanların çaba ve gayretlerini onun için sarf etmeleri anlamına gelmez.

Seçim sonuçlarından dolayı aşırıya giden ve sevinçlerini kimsenin bulandırmasını istemeyenler kendilerine şunları sorsunlar: Geçen yıllar boyunca insanların hidayeti için, gerçek İslam’a yönelmeleri için ve İslam’ın hayatın tüm alanlarına egemen olması için ne kadar çalıştılar? Onun tam kapsamlı bir hayat nizamı olduğunu, bu nizamın paylaşımı ve oylamayı kabul etmediğini, yine İslam’ın mutlak Rabbani bir gerçek olup, onun dışındakilerin batıllık dereceleri farklılık gösterse de apaçık batıl olduklarını beyan etmek için ne kadar çalıştılar? Böyle bir İslam’a ne kadar davet ettiler ki vakıada onun gerçekleştiğini görelim! 

Kıymetli kardeşlerim, tüm bu sözlerimiz umut ve pozitiflik ile çelişmiyor. Lakin bir Müslümanın tutumu şahıslara bağlanmak, alkış tutmak, duygusal patlamalar yaşamak ve bir katkı sağlamadan değişim beklemek şeklinde olmamalıdır. Bilakis onun tavrı, süreçleri dikkatli ve iyi bir şekilde takip ederek basiret üzere çalışmak olmalıdır. 

Şimdi Türkiye’deki ve Türkiye dışındaki Müslümanların Türk halkına davette bulunmak için nispeten özgürlük fırsatları var. Seçim sonuçları gösteriyor ki büyük bir çoğunluk ya cehalet içindedir veya dünyevi ve şehevi çıkarları için İslam’ın etkinliğini azaltma planları yapanlarla saf tutmaya hazırdır. Ey Türkiye’nin davetçileri ve Müslümanları! Ya onlara davette bulunursunuz ve Allah onlardan dilediğine sizinle hidayet eder, böylece size kardeş olurlar ve bu ameliniz sevap hanenize yazılır ya da onlara davette bulunmayarak oturur kalırsınız ve kendi dünyanız ile meşgul olursunuz da size galip gelirler. Akabinde de size baskı yapacakları günler gelir. Allah en doğrusunu bilir.

Müslümanlar, herhangi bir zaman diliminde Allah’ın kendileri için razı olduğu İslam şeriatını tesis etme ve uluslararası kölelikten gerçek özgürlüğe yükselme hedefine ulaşamayabilirler. Ancak bu, onlar için hibrit kavramlarla karışmamış saf ve halis bir hedef olarak kalmalıdır. Ve bunu bir gün gerçekleştirmek için bundan başkasını İslami veya İslam’a denk görmemelidirler. Eğer böyle olmazsa hedef kaybolur ve adımlar da boşa gider.

Son olarak Allah’tan, Müslümanlara doğru olan yolu kolaylaştırmasını, Erdoğan’ı ve beraberindekileri sevdiği ve razı olduğu yola iletmesini ve bizi şeriatının dünyaya yeniden hâkim olması için çalışanlardan kılmasını dilerim. 

Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.

Türkçe alt yazılı olarak ilgili videoyu izlemek için tıklayınız:

 
 
Kulliyetu Neva
Kulliyetu Neva
Takip et: